8 Haziran 2014 Pazar

Edirne Yolcusu Kalmasın!

12 yetişkin, 1 minik prenses yanımızda, 1 minik prenses annesinin karnında Edirne' ye doğru yollara düşüyoruz. Aramızda Edirne' ye ilk ziyareti olanlar, daha önce gitmiş olanlar ve Edirne' de yaşamış olanlar var. Hepimiz gezmeyi, gezerken öğrenmeyi, lezzetli yemekler yemeği, gülmeyi, eğlenmeyi seviyoruz.
Kendi turumuzun rehberi kendimiz oluyoruz. Edirne' ye varınca ilk durağımız Sarayiçi bölgesi oluyor. Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedid-i Amire), Tunca Nehri’ nin batısında yer alıyor. Edirne’ nin Osmanlı topraklarına katıldığı 1361 yılından 19.yy sonlarına kadar yoğun kullanıma sahne olmuştur. Saraydan günümüze kadar kalan Matbah-ı Amire’ yi, Adalet Kasrı’ nı, Kum Kasrı Hamamı’ nı dışarıdan görebiliyoruz; Fatih Köprüsü’ nün ve Kanuni Köprüsü’ nün üzerinden geçebiliyoruz. 19.yy başlarında cephanelik olarak kullanılan Yeni Saray, savaş zamanında dönemin komutanları tarafından ateşe verilmiş ve büyük oranda yıkılmıştır.

Sarayiçi Bölgesi’ ni günümüzde önemli kılan unsurlardan birisi de Geleneksel Kırkpınar Yağlı Güreşleri’ dir.  UNESCO tarafından İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası olarak seçilen Kırkpınar yağlı güreşleri, 1361 yılından bu yana yapılmaktadır. 1924 yılında ise Sarayiçi’ ne alınmıştır. 653. Tarihi Kırkpınar Kültür Etkinlikleri Haftası 16-22 Haziran 2014 tarihleri arasında düzenleniyormuş.
Gezinmeye devam ederken şiddetli bir yağmur bastırınca, hemen stadyumun karşısındaki Kuzu Çevirmeci Sakız Recai’ ye gidiyoruz. Hazırlanmış olanlardan ortaya alıyoruz ve anında bitiriyoruz. Sohbetimizde, bir kuzunun pişmesinin 4 saat sürdüğünü, aynı anda 10 tane kuzunun çevrilmesi durumunda bu sürenin 2.5 saate düştüğünü öğreniyorum. Güreşlerin olacağı hafta sonu günde 50-60 tane pişiriliyormuş.

Yağmur hala devam ediyor…

Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ ne gidiyoruz. 1488 yılında hizmete açılmış olup Osmanlı İmparatorluğu’ nun en önemli sağlık, sosyal, eğitim ve dini kurumlarından birisidir. Külliye kapsamında yer alan Darüşşifa; poliklinik odaları, şuruphane, ilaç depoları, 6 kışlık hasta odası, 4 yazlık hasta odası, musiki sahnesi, mutfak ve çamaşırhaneden oluşmaktadır. Ortadaki şadırvandan akan su sesi ile hastanın huzura kavuşturulduğu, güzel koku ve müzikle hastalara terapi uygulandığı bilinmektedir. Farabi’ ye göre örneğin rast makamı insana neşe verirken, buselik makamı güç ve kuvvet verirmiş.
18 öğrenci odası ve 1 dershaneden meydana gelen medresede tıp eğitimi verilmekte, öğrencilerin tüm ihtiyaçları karşılanmakta ve ilave olarak burs ödenmekteydi.
Külliyenin merkezinde yer alan camii ise Türk İslam mimarisinin en yalın anlatımlı eserlerinden biri olarak kabul edilir.
Sağlık Müzesi, 2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülü’ nü, 2007 yılında ise Avrupa Kültür Mirası - Mükemmellik Kulübü En İyi Sunum Ödülü’ nü kazanmıştır. Müze kart geçmiyor.
Güneş tekrar yüzünü gösterdi, şimdi Karaağaç tarafına gidiyoruz. Alçak katlı, bahçeli evler, ağaç ve çiçeklerle dolu sokaklar, sevimli kafelerin olduğu bir semt ile tanışıyoruz. Trakya Üniversitesi’ nin Rektörlük Binası, II. Abdülhamit döneminde tren garı olarak inşa edilmiş. Bahçesinde gördüğümüz ve o dönemi hatırlatan tarihi tren bizimle birlikte birçok turistin de ilgisini çekiyor.
Yine aynı bahçede bulunan Lozan Anıtı’ nın hikâyesini tesadüfen karşılaştığımız profesyonel rehberden dinliyoruz. Birinci sütun Anadolu’ yu, ikinci sütun Trakya’ yı, üçüncü sütun Karaağaç’ ı simgeliyor. Bu sütunları birbirine bağlayan çember birlik ve beraberliği, genç kız figürü zarafet ve hukuku sembolize ediyor. Figürün elindeki güvercin barış ve demokrasiyi, belge ise Lozan Anlaşmasını temsil ediyor. Anıtın ayakları havuz içerisinde yer alıyor, bu da ülkemizin denizlerini gösteriyor.
Buraya kadar gelmişken, Pazarkule Gümrük Kapısı’ na kadar arabayla gidiyoruz ve sınırdan dönüyoruz. Niye derseniz, sebebi yok, sınırı da bir görelim diyoruz J
2 günlük seyahatimiz boyunca birçok kere Meriç ve Tunca Nehirleri’ nin üzerindeki tarihi köprülerden geçtik, nehirlerin kıyısındaki çay bahçesi, kafe ve restaurantlara gittik. Her gittiğimiz yerde Edirne’ nin meşhur yaprak ciğeri yenildi. Ciğer benim ağız tadıma tam uymasa da, her sipariş edilen tabaktan 1-2 parça derken 2 gün içerisinde farklı mekânlarda birçok kez deneme şansına eriştim. Yediklerim içerisinde, en lezzetlisinin Edirne’ de olduğunu söyleyebilirim.
Meriç kıyısına ilk ziyaretimizi, Cumartesi öğleden sonra hemen köprünün sağındaki Emirgan Çay Bahçesi’ ne yapıyoruz. Meriç Nehri’ nin sakin sakin ve yeşil yeşil akan suyunu izliyoruz. Yiyoruz, içiyoruz, dinleniyoruz. Pek tabii ki prensesimizi sevmelere doyamıyoruz.
Tüm heybetiyle Edirne’ nin birçok yerinden görünen Selimiye Camii sıradaki durağımız oluyor. Sultan II. Selim'in emriyle yaptırılan, Mimar Sinan’ ın eseri olan Selimiye Camii ve Külliyesi UNESCO tarafından 2011 yılında Dünya Miras Listesi’ ne dahil edilmiştir. Caminin 4 köşesinde her biri 3 şerefeli 4 minare bulunuyor.
Geniş avlusu bir avlusu var. Kesme taştan yapılmış.  Yaklaşık 31 metre çapındaki kubbesi, 6 metre genişliğindeki kemerlerle bağlanan 8 fil ayağına oturtulmuş. Kubbede gördüğümüz çok sayıdaki pencere camiyi oldukça iyi aydınlatıyor. Benim için, huzur veren bir yapısı olduğunu söylemeliyim.
Camideki hanımlardan öğrendiğim hikâyeye göre, caminin yapılacağı alan üzerinde bir lale bahçesi bulunmaktaymış. Sahibi, bahçesinin bozulmasını istemediği için alanı vermeyi kabul etmemiş. Daha sonra, cami içerisine lale motifi konulması koşuluyla ikna olmuş. Mimar Sinan’ da içerideki mermer ayaklardan birisine ters lale motifi işlemiştir. Yere oturup dikkatlice baktığınızda çok silik olarak bu motifi görebiliyorsunuz.
Çıkışta, caminin hemen yanındaki Selimiye Arasta Çarşısı’ na giriyoruz. Meyve figürlü sabunlar, şekerlemeler, badem ezmeleri, Kavala kurabiyeleri ve hediyelik eşya ürünleri satan çok sayıdaki dükkân seçeneği içerisinde, her birimiz ayrı bir yere dağılıyoruz. Tattıklarım içerisinde, Arasta Çarşısı’ ndaki Keçecizade’ nin Kavala Kurabiyesi’ ni önerebilirim.
Aynalı süpürge magnetleri bana değişik gelen ürünlerdendi. Eskiden, evin gelini yerleri süpürürken, arkadan gelen misafir olursa görebilsin diye, süpürgenin üzerine ayna takılırmış.

 
Caminin önünde geniş bir park, parkın ana cadde kısmındaki Mimar Sinan Heykeli / Anıtı Atatürk’ ün isteğiyle yapılmış. Bizlere de fotoğraf çekilmek düşüyor. J

Akşam yemeğini Tunca nehri kıyısındaki Hanedan Restaurant’ ta nehir ve ardında Selimiye Camii manzarası eşliğinde yiyoruz. Farklı tercihlerimizden, herkes ayrı ayrı memnun kaldı. Hızlı servisi, biz günün yorgunlarına çok iyi geldi.

Pazar sabahı kale içinde mini sokak turu yapıyoruz. Kimisi restore edilmiş ve bakımlı, kimisi metruk halde birçok ahşap ev görüyoruz.
Haberiniz olsun; Avrupai bir şehirdeyiz, karşıdan karşıya geçerken sokağa adımımızı attığımız anda 22 plakalar duruyor, yol veriyor. İstanbul' da çok alışkın olduğumuz bir durum değil maalesef... Daha önce Edirne’ de yaşamış olan arkadaşımız bize daha rahat olmamızı hatırlatsa da, elimizde olmadan tüm dikkatimizi yola vermeye devam ediyoruz.
Tarihi Ali Paşa Çarşısı' ndan geçerek iki tarafında dükkânların olduğu, trafiğe kapalı Saraçlar Caddesi' ne geliyoruz. Aralarda bir sürü ciğerci var, daha sonra öğlen tekrar geldiğimizde gördüm ki, her birinin önünde kuyruklar oluşuyor. Önerebileceğim en meşhurlarından bir tanesi de Niyazi Usta’ dır.

Küçük turumuzun ardından, kahvaltı için Meriç Nehri kıyısındaki (nehir manzaralı değil) yeşillikler içerisindeki Limon Cafe' ye gidiyoruz. Zevkle döşenmiş sevimli bir mekân. Ağaçlara, çok sevdiğim nazar boncukları, rüzgâr çanları, kuş evleri asılmış. Kışın kullanılan kapalı bölümü rengârenk, insanın içi açılıyor. 


O kadar kalabalığa ve rezervasyonumuz olmamasına rağmen bizim gibi büyük bir gruba masa ayarlayabiliyorlar. Menüsünü notlar kısmına yazdığım web sitesinden inceleyebilirsiniz. Biz, Limonda Serpme Kahvaltı ve Ekstra Kahvaltı Çeşitleri’ nden tercih ettik. Çaylar, demlik halinde geldiği için serviste problem yaşanmadı, zira ciddi çay tüketen bir grubuz. J

Kahvaltı sonrasında, Limon Cafe’ nin karşısındaki gelincik tarlasında kızlar olarak bir süre kendimizi kaybediyoruz. Farklı kombinasyonlarla fotoğraf çekiliyoruz. Gelinciklerin, güzelliğine, renklerinin canlılığına, narin yapısına bayılıyorum.
Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaşı Müzesi ziyareti ile seyahatimizi sonlandırıyoruz. Tüm Edirne’ yi tepeden seyrediyoruz. Anıtı, komuta yerini, Balkan Savaşı eserlerini, yaşam bölümlerini, tabyaları, gözetleme yerini görüyoruz. Tabya; genellikle içinde muhtelif kuvvet barındıran, cephanelik, eğitim yerleri, avcı siperleri,  depoları, nizamiye gibi binaları içeren, etrafı mani hendeği ile çevrili, kuşatma esnasında kendi kendine yeterlilik sağlayabilen kapalı mevzilere deniliyormuş. 
 
Yola çıkmadan önce ciğerler yeniliyor, ardından Meriç kıyısındaki Protokol Evi’ nde çaylar içiliyor.

Başka bir seyahatte görüşmek üzere vedalaşıyoruz…

Sevgiler,
İpek

Not:
*Seyahatimiz sırasında camii, köprü, hamam gibi birçok tarihi yapı gördük. Bunlardan bir tanesi de Üç Şerefeli Cami idi. Görülmesi gereken yerler listesine eklenebilir.

*Arasta çarşısının çıkışında, Tarihi Osmanlı Macuncuları var. Şeker ve meyve kurusundan yapılan macunun tadına bakıyoruz. Duyduğum kadarıyla, buralarda işin sırrını paylaşmayan 2 usta macuncu varmış, herkes onlardan alıyormuş ve satışını yapıyormuş. Şeker sevenler denesinler J
*Meriç Nehri' nin kıyısında faytoncular var. Binmedim, ama merak edecekler için sordum. 50TL' ye Lozan Anıtı' na kadar süren yaklaşık 30 dakikalık bir tur yapabilirsiniz.

*Hanedan Restaurant
Tel: +90 (284) 214 21 22
Karaağaç Mah. İki Köprü Arası Cad. No:2 Merkez/Edirne

Limon Cafe
Tel: +90 (284) 2231314
Karaağaç Yolu Üzeri Lozan Cad. 32/1 Merkez/Edirne

1 yorum:

  1. Merhaba İpek Hanım,

    Blogunuzda size ulaşabileceğim bir mail adresi bulamadım. Rica etsem mail adresinizi öğrenebilir miyim?

    Sevgiler,
    Özlem Mete

    ozlem@gezimanya.com
    www.gezimanya.com

    YanıtlaSil