Kendi
turumuzun rehberi kendimiz oluyoruz. Edirne' ye varınca ilk durağımız Sarayiçi
bölgesi oluyor. Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedid-i Amire), Tunca Nehri’ nin
batısında yer alıyor. Edirne’ nin Osmanlı topraklarına katıldığı 1361 yılından
19.yy sonlarına kadar yoğun kullanıma sahne olmuştur. Saraydan günümüze kadar
kalan Matbah-ı Amire’ yi, Adalet Kasrı’ nı, Kum Kasrı Hamamı’ nı dışarıdan
görebiliyoruz; Fatih Köprüsü’ nün ve Kanuni Köprüsü’ nün üzerinden
geçebiliyoruz. 19.yy başlarında cephanelik olarak kullanılan Yeni Saray, savaş
zamanında dönemin komutanları tarafından ateşe verilmiş ve büyük oranda
yıkılmıştır.
Küçük turumuzun ardından, kahvaltı için Meriç Nehri kıyısındaki (nehir manzaralı değil) yeşillikler içerisindeki Limon Cafe' ye gidiyoruz. Zevkle döşenmiş sevimli bir mekân. Ağaçlara, çok sevdiğim nazar boncukları, rüzgâr çanları, kuş evleri asılmış. Kışın kullanılan kapalı bölümü rengârenk, insanın içi açılıyor.
Sarayiçi
Bölgesi’ ni günümüzde önemli kılan unsurlardan birisi de Geleneksel Kırkpınar
Yağlı Güreşleri’ dir. UNESCO tarafından
İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası olarak seçilen Kırkpınar yağlı
güreşleri, 1361 yılından bu yana yapılmaktadır. 1924 yılında ise Sarayiçi’ ne
alınmıştır. 653. Tarihi Kırkpınar
Kültür Etkinlikleri Haftası 16-22 Haziran 2014 tarihleri arasında düzenleniyormuş.
Gezinmeye devam ederken şiddetli bir yağmur
bastırınca, hemen stadyumun karşısındaki Kuzu Çevirmeci Sakız Recai’ ye
gidiyoruz. Hazırlanmış olanlardan ortaya alıyoruz ve anında bitiriyoruz.
Sohbetimizde, bir kuzunun pişmesinin 4 saat sürdüğünü, aynı anda 10 tane
kuzunun çevrilmesi durumunda bu sürenin 2.5 saate düştüğünü öğreniyorum. Güreşlerin olacağı hafta sonu
günde 50-60 tane pişiriliyormuş.
Yağmur
hala devam ediyor…
Sultan
II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ ne gidiyoruz. 1488 yılında hizmete açılmış
olup Osmanlı İmparatorluğu’ nun en önemli sağlık, sosyal, eğitim ve dini
kurumlarından birisidir. Külliye kapsamında yer alan Darüşşifa; poliklinik
odaları, şuruphane, ilaç depoları, 6 kışlık hasta odası, 4 yazlık hasta odası,
musiki sahnesi, mutfak ve çamaşırhaneden oluşmaktadır. Ortadaki şadırvandan
akan su sesi ile hastanın huzura kavuşturulduğu, güzel koku ve müzikle
hastalara terapi uygulandığı bilinmektedir. Farabi’ ye göre örneğin rast makamı
insana neşe verirken, buselik makamı güç ve kuvvet verirmiş.
18
öğrenci odası ve 1 dershaneden meydana gelen medresede tıp eğitimi verilmekte,
öğrencilerin tüm ihtiyaçları karşılanmakta ve ilave olarak burs ödenmekteydi.
Külliyenin
merkezinde yer alan camii ise Türk İslam mimarisinin en yalın anlatımlı
eserlerinden biri olarak kabul edilir.
Sağlık
Müzesi, 2004
yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülü’ nü, 2007 yılında ise Avrupa Kültür Mirası -
Mükemmellik Kulübü En İyi Sunum Ödülü’ nü kazanmıştır. Müze kart geçmiyor.
Güneş
tekrar yüzünü gösterdi, şimdi Karaağaç tarafına gidiyoruz. Alçak katlı, bahçeli
evler, ağaç ve çiçeklerle dolu sokaklar, sevimli kafelerin olduğu bir semt ile
tanışıyoruz. Trakya Üniversitesi’ nin Rektörlük Binası, II. Abdülhamit
döneminde tren garı olarak inşa edilmiş. Bahçesinde gördüğümüz ve o dönemi
hatırlatan tarihi tren bizimle birlikte birçok turistin de ilgisini çekiyor.
Yine
aynı bahçede bulunan Lozan Anıtı’ nın hikâyesini tesadüfen karşılaştığımız profesyonel
rehberden dinliyoruz. Birinci sütun Anadolu’ yu, ikinci sütun Trakya’ yı,
üçüncü sütun Karaağaç’ ı simgeliyor. Bu sütunları birbirine bağlayan çember
birlik ve beraberliği, genç kız figürü zarafet ve hukuku sembolize ediyor.
Figürün elindeki güvercin barış ve demokrasiyi, belge ise Lozan Anlaşmasını
temsil ediyor. Anıtın ayakları havuz içerisinde yer alıyor, bu da ülkemizin
denizlerini gösteriyor.
Buraya
kadar gelmişken, Pazarkule Gümrük Kapısı’ na kadar arabayla gidiyoruz ve
sınırdan dönüyoruz. Niye derseniz, sebebi yok, sınırı da bir görelim diyoruz J
2
günlük seyahatimiz boyunca birçok kere Meriç ve Tunca Nehirleri’ nin üzerindeki
tarihi köprülerden geçtik, nehirlerin kıyısındaki çay bahçesi, kafe ve
restaurantlara gittik. Her gittiğimiz yerde Edirne’ nin meşhur yaprak ciğeri
yenildi. Ciğer benim ağız tadıma tam uymasa da, her sipariş edilen tabaktan 1-2
parça derken 2 gün içerisinde farklı mekânlarda birçok kez deneme şansına
eriştim. Yediklerim içerisinde, en lezzetlisinin Edirne’ de olduğunu
söyleyebilirim.
Meriç
kıyısına ilk ziyaretimizi, Cumartesi öğleden sonra hemen köprünün sağındaki Emirgan
Çay Bahçesi’ ne yapıyoruz. Meriç Nehri’ nin sakin sakin ve yeşil yeşil akan suyunu
izliyoruz. Yiyoruz, içiyoruz, dinleniyoruz. Pek tabii ki prensesimizi sevmelere
doyamıyoruz.
Tüm
heybetiyle Edirne’ nin birçok yerinden görünen Selimiye Camii sıradaki
durağımız oluyor. Sultan II. Selim'in emriyle yaptırılan, Mimar Sinan’ ın eseri
olan Selimiye Camii ve Külliyesi UNESCO tarafından 2011 yılında Dünya Miras
Listesi’ ne dahil edilmiştir. Caminin 4 köşesinde her biri 3 şerefeli 4 minare
bulunuyor.
Geniş
avlusu bir avlusu var. Kesme taştan yapılmış. Yaklaşık 31 metre çapındaki kubbesi, 6 metre
genişliğindeki kemerlerle bağlanan 8 fil ayağına oturtulmuş. Kubbede gördüğümüz
çok sayıdaki pencere camiyi oldukça iyi aydınlatıyor. Benim için, huzur veren
bir yapısı olduğunu söylemeliyim.
Camideki
hanımlardan öğrendiğim hikâyeye göre, caminin yapılacağı alan üzerinde bir lale
bahçesi bulunmaktaymış. Sahibi, bahçesinin bozulmasını istemediği için alanı
vermeyi kabul etmemiş. Daha sonra, cami içerisine lale motifi konulması
koşuluyla ikna olmuş. Mimar Sinan’ da içerideki mermer ayaklardan birisine ters
lale motifi işlemiştir. Yere oturup dikkatlice baktığınızda çok silik olarak bu
motifi görebiliyorsunuz.
Çıkışta,
caminin hemen yanındaki Selimiye Arasta Çarşısı’ na giriyoruz. Meyve figürlü
sabunlar, şekerlemeler, badem ezmeleri, Kavala kurabiyeleri ve hediyelik eşya
ürünleri satan çok sayıdaki dükkân seçeneği içerisinde, her birimiz ayrı bir
yere dağılıyoruz. Tattıklarım içerisinde, Arasta Çarşısı’ ndaki Keçecizade’ nin
Kavala Kurabiyesi’ ni önerebilirim.
Aynalı
süpürge magnetleri bana değişik gelen ürünlerdendi. Eskiden, evin gelini
yerleri süpürürken, arkadan gelen misafir olursa görebilsin diye, süpürgenin
üzerine ayna takılırmış.
Caminin
önünde geniş bir park, parkın ana cadde kısmındaki Mimar Sinan Heykeli / Anıtı
Atatürk’ ün isteğiyle yapılmış. Bizlere de fotoğraf çekilmek düşüyor. J
Akşam
yemeğini Tunca nehri kıyısındaki Hanedan Restaurant’ ta nehir ve ardında
Selimiye Camii manzarası eşliğinde yiyoruz. Farklı tercihlerimizden, herkes
ayrı ayrı memnun kaldı. Hızlı servisi, biz günün yorgunlarına çok iyi
geldi.
Pazar
sabahı kale içinde mini sokak turu yapıyoruz. Kimisi restore edilmiş ve
bakımlı, kimisi metruk halde birçok ahşap ev görüyoruz.
Haberiniz
olsun; Avrupai bir şehirdeyiz, karşıdan karşıya geçerken sokağa adımımızı
attığımız anda 22 plakalar duruyor, yol veriyor. İstanbul' da çok alışkın
olduğumuz bir durum değil maalesef... Daha önce Edirne’ de yaşamış olan
arkadaşımız bize daha rahat olmamızı hatırlatsa da, elimizde olmadan tüm
dikkatimizi yola vermeye devam ediyoruz.
Tarihi
Ali Paşa Çarşısı' ndan geçerek iki tarafında dükkânların olduğu, trafiğe kapalı
Saraçlar Caddesi' ne geliyoruz. Aralarda bir sürü ciğerci var, daha sonra öğlen
tekrar geldiğimizde gördüm ki, her birinin önünde kuyruklar oluşuyor. Önerebileceğim
en meşhurlarından bir tanesi de Niyazi Usta’ dır.
Küçük turumuzun ardından, kahvaltı için Meriç Nehri kıyısındaki (nehir manzaralı değil) yeşillikler içerisindeki Limon Cafe' ye gidiyoruz. Zevkle döşenmiş sevimli bir mekân. Ağaçlara, çok sevdiğim nazar boncukları, rüzgâr çanları, kuş evleri asılmış. Kışın kullanılan kapalı bölümü rengârenk, insanın içi açılıyor.
O
kadar kalabalığa ve rezervasyonumuz olmamasına rağmen bizim gibi büyük bir
gruba masa ayarlayabiliyorlar. Menüsünü notlar kısmına yazdığım web sitesinden
inceleyebilirsiniz. Biz, Limonda Serpme Kahvaltı ve Ekstra Kahvaltı Çeşitleri’
nden tercih ettik. Çaylar, demlik halinde geldiği için serviste problem
yaşanmadı, zira ciddi çay tüketen bir grubuz. J
Kahvaltı
sonrasında, Limon Cafe’ nin karşısındaki gelincik tarlasında kızlar olarak bir
süre kendimizi kaybediyoruz. Farklı kombinasyonlarla fotoğraf çekiliyoruz.
Gelinciklerin, güzelliğine, renklerinin canlılığına, narin yapısına
bayılıyorum.
Şükrü
Paşa Anıtı ve Balkan Savaşı Müzesi ziyareti ile seyahatimizi sonlandırıyoruz.
Tüm Edirne’ yi tepeden seyrediyoruz. Anıtı, komuta yerini, Balkan Savaşı
eserlerini, yaşam bölümlerini, tabyaları, gözetleme yerini görüyoruz. Tabya; genellikle
içinde muhtelif kuvvet barındıran, cephanelik, eğitim yerleri, avcı siperleri, depoları, nizamiye gibi binaları içeren,
etrafı mani hendeği ile çevrili, kuşatma esnasında kendi kendine yeterlilik
sağlayabilen kapalı mevzilere deniliyormuş.
Yola
çıkmadan önce ciğerler yeniliyor, ardından Meriç kıyısındaki Protokol Evi’ nde
çaylar içiliyor.
Başka
bir seyahatte görüşmek üzere vedalaşıyoruz…
Sevgiler,
İpek
Not:
*Seyahatimiz
sırasında camii, köprü, hamam gibi birçok tarihi yapı gördük. Bunlardan bir
tanesi de Üç Şerefeli Cami idi. Görülmesi gereken yerler listesine eklenebilir.
*Arasta
çarşısının çıkışında, Tarihi Osmanlı Macuncuları var. Şeker ve meyve kurusundan
yapılan macunun tadına bakıyoruz. Duyduğum kadarıyla, buralarda işin sırrını
paylaşmayan 2 usta macuncu varmış, herkes onlardan alıyormuş ve satışını
yapıyormuş. Şeker sevenler denesinler J
*Meriç
Nehri' nin kıyısında faytoncular var. Binmedim, ama merak edecekler için
sordum. 50TL' ye Lozan Anıtı' na kadar süren yaklaşık 30 dakikalık bir tur
yapabilirsiniz.
*Hanedan
Restaurant
Tel:
+90 (284) 214 21 22
Karaağaç
Mah. İki Köprü Arası Cad. No:2 Merkez/Edirne
Limon
Cafe
Tel:
+90 (284) 2231314
Karaağaç
Yolu Üzeri Lozan Cad. 32/1 Merkez/Edirne
Merhaba İpek Hanım,
YanıtlaSilBlogunuzda size ulaşabileceğim bir mail adresi bulamadım. Rica etsem mail adresinizi öğrenebilir miyim?
Sevgiler,
Özlem Mete
ozlem@gezimanya.com
www.gezimanya.com